YJJ ve Meditasyon Kampının Ardından

Geçtiğimiz haftasonu kendimde kırmam gereken bir şeyi sonunda kırmayı başardım.

Geçtiğimiz haftasonu kendimde kırmam gereken bir şeyi sonunda kırmayı başardım. Oldukça zorlu oldu aslında ama bir o kadar da kolay aktı süreç. En iyisi en baştan başlayayım anlatmaya. 35 yaş sonrası süreç diyebileceğim zaman diliminde kendimi bulmak, kendimle barışmak, hayatı anlamak, hayat amacımı bulmak hedefleriyle sayısız eğitime gittim. O kadar sayısız ki hakikaten oturup sayamıyorum bile ve tahmin edersiniz ki bir o kadar da yatırım yaptım. Hem maddi olarak hem de zaman olarak. Bir ara her hafta sonu bir eğitimdeydim. Harcadığım miktarı da hiç hesaplamadım ama bence standart bir araba parası harcamışımdır. Son 9 aydır falan son vermiştim bu sürece. Bu kadar aldığım yeter artık bunları kullanmam, uygulamam, paylaşmam gerekiyor diye bir demlenme sürecine girmiştim. Bilgi uygulanmazsa, idrak seviyesine çıkmazsa sadece bir yük. Hayat amaçlarımdan biri olarak hep bilgiyi alıp paylaşmayı gördüm. Akademisyen olmamın bir sebebi de budur. Ama işte bu bilgiler farklı. Akademide siz doktora tezinizi yazıyorsunuz ve sizden daha üst kademede olanlar “Evet sen olmuşsun artık ders verebilirsin” diyor ve siz de o onayın rahatlığı ile başlıyorsunuz ders vermeye. Hatta her akademisyenin aslında eğitim verme kabiliyeti olmasa da o onay olduğu sürece kimse ses edemiyor. Ama iş ruhsal konularına gelince durum farklı. Oldum demek mümkün olmadığı gibi sizin olup olmadığınıza karar verecek bir otorite de çok şükür ki yok (bazı öğretilerde olmakla birlikte, o bile o öğreti için bir olma hali, hayat için değil) Senelerce çok çeşitli bilgileri topladım; yolumu aradım; bazen kayboldum; bazen bana göre olmayan bir rehberi takip ettim ama hep biriktirdim. Tamam şimdi biriktirdiklerimi paylaşma vakti. Alma verme dengesini sağlamanın zamanı geldi. Yeterince aldım. Vermesine vereyim de nasıl, hangilerini ve kime? Bu sefer demlenme sürecinde bir sentez başladı. Hangi eğitimler beni en çok etkilemişti? Hangilerini içselleştirip günlük hayatımın içinde yer edindirebilmiştim?

Derken Eylül ayında Yi Jin Jing eğitmenlik eğitimimi tamamladım. İlk defa azmedip akademi dışında bir konunun da eğitmenliğini almıştım. Sınıf arkadaşım, can dostum Özden ile birlikte ilk eğitimimizi Eylül ayında açtık. İkincisini de Aralık’ta. Güzel geri dönüşler alsak da beni tatmin etmeyen bir şey vardı. Bunlardan ilki sorumluluğu paylaşmanın rahatlığıydı. Hele ki sorumluluğu Özden gibi iyi niyetli ve özverili biriyle paylaşıyorsanız size yapacak çok da bir iş düşmüyor. Sonra bir süre bu konuya kafa yormamaya ve akışa bırakmaya karar verdim. Kaderin bir cilvesi sonucu (tamam biliyorum tabii ki hiçbir şey tesadüf değil) İtalya’da ders anlatıyor olacağım yerde kendimi Bali’de vipassanada (sessizlik inzivası) buldum. Aslında vipassanaya giderken niyet ettiğim şey yazdığım çocuk kitabı ile ilgili ilham gelmesiydi ama hepimizin bildiği gibi bazen evrenin bizimle ilgili bambaşka planları oluyor.

Bir meditasyondan sonra kendisine hoca değil ruhsal arkadaş dememizi tercih eden Jeff’in yanına gittim. Zaten vipassana boyunca bir tek onunla konuşabiliyorduk. Ve kendisinden onun öğrettiklerini öğretme izni istedim. Bu arada Jeff zaten paylaşmamız için cesaretlendirir bizi. Ama dedim sadece paylaşmak değil senin öğrettiğin gibi öğretmekten bahsediyorum ben. Gözlerimin içine baktı. “senin de bunu kalpten yapacağına güveniyorum” dedi. O an gözlerim doldu zaten.

Tamam yapacağım şeyde meditasyon olacaktı peki başka ne istiyordum? Bir kere dört duvar arası olsun istemiyordum. Açık hava olmalıydı. Doğa ile iç içe olsundu ki doğadan da beslenebilelim. O zaman dedim bir hafta sonu kampı olsun. Sonra sıra programı oluşturmaya geldi. Oldum olası müfredatları sevmem ve elimden geldiğince vermem gereken bilgiyi vermekle birlikte kendime göre şekillendirmeye; içime sinecek hale getirmeye çalışırım. Yi jin jing için de bir müfredatımız vardı. Aslında iki günü tam olarak neler anlatarak dolduracağımız belliydi ve Özdenle biz o şekilde verdik zaten ilk eğitimleri. Bu sefer de sevgili yjj hocam Azad Hoca’ya sordum. Ben bu şekilde anlatmak yerine içine meditasyon da koyacağım bir kamp yapmak istiyorum dedim. Zaten yjj de meditasyon halinde yapılması gereken bir form değil mi? Zihni ona hazırlamak için önden bir meditasyon iyi olmaz mı derken sağ olsun Azad Hoca da fikrimi beğendi. Ve Jeff’inkine çok benzer hiç unutamayacağım cümleyi kurdu. “İdil sen ne yaparsan kalpten yapıyorsun. O yüzden yapmak istediğin her şeyde ben seni desteklerim” Anlayacağınız bütün hocaları İdil’i duygulandırıp ağlatmak için seferber olmuşlardı.

Ben de Jeff ve Azad Hoca’dan aldığım destekle programı hazırladım. Yazma aşamasına geldiğimde birden aklıma kolaylaştırıcılık eğitimim geldi. O da beni çok etkileyen çalışmalardan biriydi ve kolaylaştırıcılık yapma yetkisini de Rob’un verdiği o eğitimler sonrası aldığımı hatırladım. Dedim o zaman kampı bir çemberin (council) içinde yapayım. Hem çember bilgisini de paylaşırım. Böylece yjj ve meditasyona ek bir de çember bilgimi paylaşma şansım olur. Buraya kadar her şey çok güzel. Bir de uzak bir tarih seçtim kendime önceden duyurmuş olayım bahanesiyle. Nisan başında hazır olmama rağmen 18-19 mayıs diye seçtim tarihleri. Gerçi iç sesime sordum her tarihi, buna onay verdiği için seçtim ve meğer çok da güzel bir tarihmiş. Tam dolunaya denk geldi.

Etkinliğe bir hafta kalana kadar her şey son derece normaldi. Ama süreç yaklaştıkça tabii bende heyecan başladı. Sırf heyecan olsa iyi annem zatürre oldu, ben uzun zamandan beri ilk defa ağır grip oldum. Dirseğim ne zamandır sorunluydu zaten. Yani kampı iptal etmek için kendime her tür ortamı sağladım. Bir yandan da bunları kendimin ve korkan tarafımın yarattığının son derece farkındaydım. O yüzden vazgeçmedim, direndim ve kamp günü geldi çattı.

Bu noktada kardeşimin ve annemin desteğinden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Sonuçta annemin ciddi bir rahatsızlığı vardı ve iptal et deseler hiç düşünmeden ederdim. Ama onlar da bu kampın benim için önemini hissetmiş olacaklar ki gitmem için yüreklendirdiler. Okuyan da savaşa gidiyorum sanır. Aslında bir bakıma kendimle savaştı. Göz önünde olmak istemeyen, ikinci ya da yardımcı pozisyonlarda konfor alanında olan, hep kendinde eksik arayan, aşırı mütevazi yanımla bir savaş.

Kampın iyi geçmesinde kamp ortamının da etkisi vardı tabii. İnsanı çok dinginleştiren bir havası var Polikne’nin. Denize sıfır olduğu için de mavi ve yeşil iç içe. Yemekleri ayrı muhteşem. Burada Polikne’nin sahibi Huriye Hanım’a ve aşçısı Hüseyin’e de ayrıca teşekkür etmem lazım. Ben kampa bir gün erken gitmiştim ve çalışmayı yapacağımız yer konusunda başta minik bir sorun yaşadık. Huriye Hanım hiç bütün gün süreceğini düşünmemiş. Eski idil olsa o an panik olup ne yapacağını şaşırırdı ama ben sakin kaldım Huriye Hanım da çok anlayışlı davrandı ve sorun çözülüverdi.

Kampa birbirinden güzel altı insan geldi. Sadece birini ilk defa kamp sırasında gördüm; diğerleri tanıdık yüzlerdi. Kamp çemberini açıp çember kurallarını anlattıktan sonra çemberde ilk turu dönerken öyle güzel şeyler söylediler ki benim gözler yine doldu. Bir de beklentilerden dolayı üzerimde bir sorumluluk hissettim. Zaten hissediyordum da benden beklenenin bu düzeyde olduğunun farkında değildim. İçeriği hiç bilmeden idil anlatıyorsa dinlenir diye gelen vardı çünkü. Kampı çember içinde yapmamızın gücünden mi, bu insanların güzelliğinden mi, sonunda kendimi gerçekleştirme cesaretini gösterebilmemden mi bilinmez her şey çok yolunda gitti. Kamp resmen aktı geçti. Hiç yorulmadım, sanki çabasız bir şekilde oldu her şey. 

Boş zamanlardaki sohbetler bile çok keyifliydi ve aslında zıt görüşlü insanlar olmasına rağmen konular çok ortaktı ve çok da farkında olmadan çember kültürü devam etti. Herkes saygıyla birbirini dinledi ve aslında kendine ters gelen düşüncelere bile yargı koymadı. Kalpten konuşulup kalpten dinlenilen bir kamp oldu. Beni en çok mutlu eden şeylerden biri de bu maskesizliğimiz oldu zaten. Bu sayede zaten grup çok kaynaştı ve düzenli buluşabilme temennileri ile ayrıldık.

Kamp süresince gerçekten andaydım. Hiç düşünmedim gelecek saat ne anlatırım, şunu ne zaman söyleyeyim vs diye. Kendini kendi kendine gerçekleştirdi kamp. Bazen bazı şeyleri söylemeyi unutup sonradan söylediğim oldu bu yüzden. Ama kamp bittiğinde eksik kalan bir şey olmadı. Şimdi önceki heyecanıma bakıp gülüyorum kendime. Aslında tek yapmamız gereken akışa bırakmak, olması gereken zaten kendiliğinde oluyor. Sadece aracı olduğunun bilincinde, egoyu da dinleyenlerin arasına oturtmayı başardığında zaten başka ek bir çabaya hiç gerek kalmıyor.

Azad Hoca uzun süre yjj’yi istikrarlı bir şekilde çalışıp ve gerçekten meditatif bir hale girip yaptığında bedenin artık kendiliğinden yaptığını senin sadece izlediğini söylemişti. Ben bunu sadece vipassana sırasında başardım. Sonra hiç olmadı bir daha ama 12 tanrısal hareket olmasa bile kampın kendisi o şekilde aktı. Bunun için minnettarım.

Benzer Gönderiler