Gerçek Bir Eğitmen

hayattaki duruşu ile de çok şey öğretendir.

“Değişmek için yaşıyoruz aslında. Değişip dönüştükçe güzelleşiyoruz, kendimizden kendimize olan yolculukta ilerlerken dönüşmemek mümkün değil zaten. Doğadaki her varlık yol kat ettikçe değişir ve biz de bedenimizde bunu gözlemlerken ruhumuza da aynı özeni göstermeliyiz. Nedense deneyimlerin ve aslında bilgeliğin bedenimizdeki izleri olan kırışıklıklar pek sevilmez ve inatla 20 yaşındaki halimizdeymiş gibi kalmaya çalışırız. Ve aynı şeyi ne yazık ki ruhumuz için de yaparız. Konfor alanından çıkmamak uğruna hep aynı kalmaya çalışıp, değişim ve dönüşüme direniriz. Oysa iç sesimiz bize devamlı seslenir. “Kır bu tabuları, sev kendini, gerisini boş ver” diye ama biz dinlemeyiz hiç onu. Herkesin ne dediğini çok önemseyen kulaklarımız kendi iç sesimize sağırdır genelde. Ta ki biri o iç sesimizi duymamıza vesile olana kadar. İşte bugün bendeki değişime, dönüşüme vesile olan, Jeff Oliver’ı size tanıtmaya çalışacağım elimden geldiğince.

Jeff’in vipassanasına (sessizlik inzivası) gidene kadar birçok farklı eğitime gittim ve çok değerli eğitmenlerim oldu. Hepsi bende ayrı bir kapı açtı ama asıl kırılmayı sağlayan Jeff’in vipassanası oldu. Tabii ki önceki eğitimlere gitmesem Jeff’ten alacağım da farklı olurdu. Hatta Jeff’in her inzivasından aldığım da farklı farklı oldu hep. Yine de benim için dönüm noktası Jeff oldu. Ne yapıyor Jeff bu kadar farklı diye sorarsanız aslında hiçbir şey. Aynı zamanda da çok şey. Bence Jeff’in yaptığını, sizin kendinizi tanıyıp sevmeniz için, iç sesinizi duymanız için alan açmak olarak özetleyebiliriz. Bu tabii benim hissettiğim birazdan kendisine de soracağım bakalım o ne diyecek. Jeff’in ilk vipassanasına gitmeden önce kendimle barışık huzurlu biri olarak görürdüm kendimi, çevremde de öyle bilinirdim. Ama orada kendimle yüzleştikçe hem kendime hem de başkalarına karşı kullandığım maskeleri görme şansım oldu. Bağışlama çalışması sayesinde kendimi bu sefer gerçekten sevmeye başladım. Ve içimde gelişen bu doğal sevgiyle baktığımda çevremdeki insanların aslında ana sorununun kendilerini sevmemeleri olduğunu gördüm. Tabii ki hepimizin ayrı ayrı farklı sorunları var ama bence hepsinin altındaki ana neden kendini sevmemek. Kendini sevmeye başlayınca diğer sorunların çoğu da kendiliğinden şifalanıyor. İşte bu yüzden Jeff’i herkesin tanımasını istiyorum. Jeff kendini hiçbir zaman bir eğitmen olarak görmez. Spritüel yol arkadaşıyım der hep. Ve bildiği ve deneyimlediği ne varsa karşılıksız paylaşır. Bağış usulüdür kampları hep. Bali’de bir Budist manastırda yaptığı inzivasını Pozitif’in bir önceki sayısında anlatmıştım. Anlattığı bağışlama tekniği Budist bir öğretiden değil kendi deneyimleri ile bulduğu bir teknik olmasına rağmen ondan bunu öğretme izni istediğimde “kalpten yapacağına eminim” diyerek izin vermiş biridir Jeff. Ne para ne sertifika ne de başka bir koşul. Tek koşul kalpten yapmak. Üstelik de Türkiye’ye neredeyse her sene birkaç kez gelip burada kamplar ve seminerler yapmasına rağmen. Bir de benim yapıyor olmamı memnuniyetle karşıladı çünkü aslında tek amacı bu bilginin sevgiyle yayılması. Ben de elimden geldiğince onun yaptığı şekilde kalpten paylaşarak yapmaya çalışıyorum iznini aldığımdan beri.

Neyse çok uzatmadan sözü sevgi insanı Jeff’e bırakayım.” şeklinde başlayacaktım Jeff ile yapacağım röportaja yapabilseydim. Soruları da hazırlamış ve İngilizceye çevirmiştim. Onun cevaplarını Türkçe’ye çevirip Pozitif dergisine yollayacaktım ve önümüzdeki sayıda çıkacaktı. Ama röportaj için gün belirlemeye çalışırken Jeff birden “idil, iç sesim bunu yapmamamı söylüyor. Lütfen kişisel alma. Ben 14 yıldır Türkiye’ye geliyorum ve gayet huzurluyum. Daha bilinir olmak istemiyorum. Bu seviyeden çok memnunum” dedi. Ve yine farkında bile olmadan bana çok büyük bir ders öğretti. O yüzden de gözüm hiç görmedi sorular ve çeviri için harcadığım onca zamanı. Sevgi ile kabul ettim kararını ve kendisine saygım bir kat daha arttı.

Kendime, kendi gittiğim eğitimlere baktım önce. Örneğin ben de Jeff’i televizyonda ya da dergide görüp gitmemiştim. Bir arkadaşımdan vipassana diye bir şeyin varlığını duymuştum. Onun gittiği inzivayı düzenleyenler artık Türkiye’de vipassana yapmıyorlardı. Ben de araştırırken başka biri yapıyordur belki diye Jeff’i bulmuştum. Hiç tanımadan, bilmeden gittim. İyiki de gitmiştim. O günden beri bulunduğum her ortamda Jeff’in vipassanasını anlatırım. Herkes bilir ama giden azdır arkadaşlarım arasından. Pozitife yazdığım yazıdan sonra Jeff’in reklamı gibi olmuş diyen oldu ve evet amacım da oydu. Kendim çok faydalandığım için herkesin de onu bilmesini sağlamak. Tabii ki Jeff’in iznini alarak yazmıştım o yazıyı. Kendi deneyimimi paylaştığım için ona ses etmedi. Ama amaç birebir onu tanıtmak olunca tepkisini gösterdi. Ben tamamen iyi niyetimle onun daha çok bilinir olup daha çok insana faydalı olmasını düşünürken o her zamanki bilgeliğiyle kendi sınırlarını gördü. Jeff senede bir ya da iki kez Türkiye’ye geliyor. Toplamda 100 değil 1000 kişi inzivaya gitmeyi talep etse ne olacak? Ya inziva kontenjanını arttırması lazım ki kesinlikle o zaman aynı verim alınamaz ya da daha sık gelmesi lazım ki o da çok mümkün değil. Tek geçim kaynağı bu inzivalar olmasına rağmen şu anki durumun denge durumu olduğunun farkında ve daha çoğunu istemiyor. İşte gerçek bilgelik bence bu.

Kendimin öğrenci olduğu durumları düşündüğümde, genel olarak gittiğim eğitimlere baktığımda bana faydalı olan, etkileyen eğitimlerin hepsi bir arkadaşım aracılığı ile duyduklarım. Ve şu an kendi eğitimlerimde kullandığım, içselleştirebildiğim bilgiler de hep bu eğitimlerde öğrendiklerim. Ne zaman sosyal medyadan ya da televizyondan etkilenip bir eğitime gittiysem çoğu hayalkırıklığıydı. Tabii ki çok iyi eğitimler de vardır ama benim deneyimimde bu şekilde gerçekleşti. Öğrenci hazır olduğunda öğretmen onu bulur derler. Ama günümüzde tam tersi bir eğilim var gibi. Televizyona çıkmak için ödenen binlerce liralar, sosyal medya stratejileri, takipçi satın almalar vb.… Herkes bir bilinir, görünür olma derdinde. Sorsanız daha çok insana faydalı olmak için diyeceklerdir bütün iyi niyetleri ile. Peki acaba öyle mi oluyor? Ve amaç buysa neden bu kadar yüksek bedeller ödeniyor bu eğitimlere gitmek için? Neden bu yoğun kitlelere hitap etmek isteyen eğitmenler bir kere bile bağış usulü ders vermiyorlar? (Alma verme dengesinin farkındayım. O yüzden ücretsiz demiyorum.) Bir öğrencinin ustasını bulması ile, bir öğrencinin reklamlarda görüp dur bir deneyeyim diye gittiği eğitim aynı mı? Sizce onu aynı şekilde besliyor mu? Fast food’tan sonra fast education (eğitim) çılgınlığı başladı. Bu eğitim varmış ona da gideyim dur şunu da deneyeyim. Bilmem kim falanca eğitime gitmiş hayatı değişmiş ben de gideyim. Aldığınız bu tonlarca bilgiyi idrak etmediğiniz, hayatınıza sokmadığınız, uygulamadığınız sürece ne faydaları var, sertifika koleksiyonu yapmak dışında? Sonra da senelerdir eğitime gidiyorum ama kendimde hiçbir şey değiştiremedim diyerek toptan her şeyi bırakan bir sürü insan.

Eğitim verenler açısından bakarsak gerçek öğrenci mi istiyorsunuz yoksa kuru kalabalık mı? Sosyal medya stratejileri ve algı oyunları ile size gelen bir gruba ne kadar faydalı olabileceğinizi düşünüyorsunuz? Kendisi bile daha tam ne istediğini bilmezken. Amaç sadece para kazanmaksa ona lafım yok. O zaman ben daha çok insana faydalı olmak istiyorum sözünün arkasına sığınmayın lütfen. Ama amaç varoluşa bir katkı, bir fayda sağlamaksa şapkamızı bir önümüze koyup düşünmemiz gerekmez mi? Bu arada tabii ki eğitim açtığınızda duyurmanız ve sosyal medyayı kullanmanız gerekir. Ben gözü daha yükseklerde olanları kastediyorum. Sadece İzmir bilmesin beni, tüm Türkiye hatta tüm dünya bilsin. Peki acaba ben aynı verimlilikte bu bilen herkese yetişebilecek miyim? Bu bilinme isteğimin altında gerçekte ne var? Eğer evrene ve sistemine güveniyorsam zaten bana ihtiyacı olanların beni bir şekilde bulacağına ya da benim onları bulacağıma da inanmam gerekmez mi? Reklam için o kadar para ve enerji harcamak ne kadar mantıklı? Niyet değil mi ilk bir şeyin başlaması için gerekli olan. Sonra da çaba. Bu reklam kampanyaları çabaya mı giriyor gerçekten?

Sonra kendime baktım. Ben neden bu bloğu açtım diye. Neden farklı dergilere yazı yazıyorum? Ben de oldum olası bunun tersi bir eğilim vardı. Zaten vitiligom da bu yüzden başladı. Bir saklanma, bir ikinci planda kalma, sorumluluktan kaçma, aman kimse bilmesin, görmesin beni. Benim artık paylaşmaya başlamamın ana nedeni içimdeki bu dirençleri kırmak. Daha önce de yazmıştım bana kalsa adım ve soyadımla bir web sayfası oluşturmazdım. Ama benim bu hayattaki sınavım da bu. Hem doğum haritam hem bedenimdeki rahatsızlıklar aynı mesajı veriyor bana. Ama kıracağım diye de ünlü olmam şart değil tabii  Her şeyde olduğu gibi bu konuda da denge önemli. Ne tamamen saklanmak ne de bilinir olmak için aşırı bir çabaya girmek. Jeff mesela her etkinliğini facebooktan duyurur, önceki öğrencilerinden de içlerinden geliyorsa paylaşmalarını ister ama onun bir adım ötesine geçmek istemediğini bu şekilde öğrenmiş oldum ve ona saygım bir kat daha arttı. Ne kendini tamamen saklıyor ne de daha bilinir olmak için bir çaba harcıyor. Umarım herkes bir gün kendi içinde bu dengeyi bulur. 

Benzer Gönderiler